Rüzgarın kızı, ünlü müzisyen Kıraç’ın eşi, Pepee’nin yaratıcısı ve kendi deyimiyle tüm dünya çocuklarının annesi Ayşe Şule Bilgiç. Pepee ile bir marka işbirliği davetinde tanıştım kendisi ile ve enerjisine, samimiyetine, azmine ve enerjisine hayran kaldım. Kavacık’taki eğlenceli ofisinde buluştuk ve www.mommysmagazin.com daki ilk röportajım onunla oldu. O naifliği ile şans olsun bana 🙂 İşte Tüm açık sözlülüğü ile Ayşe Şule Bilgiç!
Öncelikle sizi tanıyalım, Ayşe Şule Bilgiç kimdir?
Ayşe Şule Bilgiç: Bir dünyalı, bir annedir… İflah olmaz meraklı bir kadındır, kesinlikle evreni ve dünyayı anlamayı çok önemseyen bir insandır, yaşamın bize sunduğu kendi kurduğumuz çarkların dışındaki var olan sistemlere kafayı takmış bir abladır, böyle bir kadındır.
Süper burada kesişiyoruz sizinle… Peki annelik serüveninizden biraz bahseder misiniz bize? Nasıl başladı, nasıl çocuk yapmaya karar verdiniz, nasıl zorlukları oldu size neler kattı?
Ayşe Şule Bilgiç: Öncelikle şunu söylemek istiyorum hep bunu söylemişimdir çocuk yapmamak bir seçim ve saygı duyulası bir tercih. Biz yine kurulan sistemlerin içerisinde belirli bir olgunluğa geldiğimizde artık çocuk yapmaya hem biyolojik olarak hem de sosyolojik olarak ittiriliyoruz ama buna dur diyebilmek hayır diyebilmek çok önemli bir meziyet bence. Çok güçlü bir duruş. Ben tam bunun arifesindeyken aslında çocuk yaptım. Yapayım mı yapmayayım mı? Bu ara yaptım yaptım, yapmadım bu defteri kapatabilirim, hayatımı böyle devam ettirebilirim diye düşündüğüm bir dönemdi. Üniversiteden mezun olmuştum. Çok çeşitli kurumların, iletişimin önümü açtığı hemen hemen bütün bölümlerde halkla ilişkilerde, reklamcılıkta, gazetecilikte, sahada bizzat çekimlerde setlerde sinema tarafında çalışmıştım ve kendi işimi arıyordum aslında yapmak istediğim mesleği arıyordum gerçekten ben ne yapacağım, her sabah ne için uyanacağım? Meslek de aslında bir dayatma ve yine ben de böyle dayatmaları çok seven bir “hanımefendi” olarak böyle işler yapmak istemiyorum 🙂 İnsanların olmaz dediği yerlerin olabileceğine inanıyorum aslında. Bu biraz mizaç ve yaradılış da diyebiliriz. Ama bundan da hiçbir zaman yılmadım. O dönemde herkes artık evlen de bir çocuğun olsun baskısındayken yoo yani olmayabilir yapmayadabilirim durumundaydım ve ben bir anneliği anlayayım dedim. Ben müthiş psikoloji alanı içerisinde olan, iletişim okumuş ama aslında bir psikoloji okumuş kadar psikoloji bilgisine sahip araştırmaları insan psikolojinin gelişimini falan takip etmiş biri olarak annelik yönüyle hiç psikolojiye bile bakmamış olduğumu fark ettim. Ve dönüp biraz daha okumalarımı araştırmalarımı psikolojiye çocuk gelişimine gelişim psikolojisine pedagojiye döndürdüm. Annelik ne ola ki anne çocuğa ne yapar niye nasıl anne olmak lazım? Bu soruların cevaplarını aradım.
Annelik bir de şöyle bir durum size bir hamur veriyorlar onu siz şekillendiriyorsunuz tamamen doğduğu andan itibaren ben anneliği o şekilde tanımlıyorum. Yani bir hamuru sen kendi ellerinle şekillendiriyorsun aslında.
Ayşe Şule Bilgiç: Doğru bu çok ağır bir yük veriyor sadece annelere. Hamurun yumuşaklığı kalitesi sende değil. Hamuru sen yapmıyorsun. İki ayrı hamura aynı şeyi yaparsan aynı sonucu alma ihtimalin yok. Çünkü birisi çok sert birisi çok yumuşak bir hamur. Birini kazımak gerekiyor birini öperek koklayarak severek düzeltmek gerekiyor vs. hani hamurlar hep farklı.
Tabi hamurların hepsi farklı ama annelik tamamen o hamuru şekillendirmeyle kaynaklı, isterseniz kazıyarak dediğiniz gibi.
Ayşe Şule Bilgiç: Bir çeşit heykeltıraşlık diyebiliriz. Doğru. Velhasıl orada okumalarım anneliğe dönünce aslında anne olmaya karar verdim. Çünkü insanların var oluşunda rehberlik etmek aslında, bunu sadece kendi doğurduğun çocuk için değil ben şunu düşündüm bu çok heyecan verici bir şey birinin dünyada var oluşuna rehberlik edebiliyor olmak. Ama şu birazcık tuhaf sadece kendi biyolojik doğurduğun çocuklara bunu yapıyor olmak. Yani şanslıysam bir-iki çocuk yaparım biyolojik olarak her şey yolunda giderse diye düşünüyordum e bir iki çocuğun annesi olabilirim ama iletişimci Ayşe Şule’yi yanıma çekersem kitle iletişim araçlarını kullanabilirsem dünyanın bütün çocuklarına dokunabilirim, bütün çocukların annesi olabilirim bu beni çok heyecanlandırdı. Yani insanlara anlatınca öff yine bizim kız başladı diye çok söylendi ama bu benim için, her sabah uyanmak için çok anlamlı bir şeydi. Bundan yaşamımı devam ettirecek parayı kazanmak da keyifli geliyordu. Çok keyifli ve çok sevdiğin bir şeyi yapıp üzerine birilerinin senin yaşamını geçireceğin parayı veriyor olması aklıma yattı. İstemediğim olmazcı kurumlarda çalışmaktansa böyle bir kendi düşümü kurar mıyım, kurabilir miyim diye düşündüm. Yani annelik maceram aslında tam hayattaki yönümü bulmamda çok odak noktası oldu. Hem özel hayatımda, hem iş hayatımda. Çünkü özel hayatıyla iş hayatını ben insanların kullandığı kadar sivri bir şekilde ayırmıyorum birbirinden. Yaşarken yaptığın ve keyif aldığın şeyin iş olması çok keyifli. Bu noktada biraz bunlar bütünleşti ve ben aslında dünyanın bütün çocuklarının annesi olabilirim sadece bir iki çocuğun değil dedim. Önce Türkiye’nin sonra dünyanın bütün çocukları neden olmasın dedim ve yola çıktım. Hem annelik yoluna biyolojik olarak anne olma yolculuğuna çıktım hem de eş zamanlı olarak Pepee’yi yapmaya başladım. Iraz 10 yaşına girdi Pepe de 10 yaşında :). İşte doğacak çocuğuma izleteceğim en kötü kimse izlemezse o izleyecek falan diye böyle kendi kendimi motive etmeye çalışıyordum. Ve aslında annelik benim için böyle başladı.
Peki iki tane hamilelik geçirdiniz. Zorluklar yaşadınız mı hamileliklerinizde?
Ayşe Şule Bilgiç: Yani yaşamadım. Şöyle zorluklar yaşadım ben normal doğum yapacağım hatta evde doğururum diye tutturdum. İnsanlar dediler olmaz.
Bir röportajınızda okumuştum yalnız kalsam kendim bile doğururum demişsiniz.
Ayşe Şule Bilgiç: Evet, yani doğururum hep buna inanıyordum. Çünkü yaradılış buna mümkün, kedi doğuruyor, köpek doğuruyor. İnsanlar zamanında tarlada doğuruyorlarmış kesip devam ediyorlarmış göbeği. Bu mümkün bir şey buna uygun bir yaradılışımız var ama o kadar ayak bağı yaratan sistem kurmuşuz ki kendimize. En son eşim dâhil herkes karşıydı evde doğum yapmama dedim ki ben doğumhanede yapmak istemiyorum. Ben bir adım attım hadi tamam bari doğumhanede yapmayayım istemiyorum buz gibi çok çirkin bir yer. Ben bu kadar kutsal özel bir anın öyle bir odada olmasını istemiyorum. Gittik hastaneyi ikna ettik. Hastane odasında doğurdum en azından. Benim planım daha da farklıydı doktor eve gelsindi 🙂
Şimdiki annelerin çoğu evde doğuma daha sıcak bakıyorlar. Doktorlar da tabi. Ama 10 yıl öncesinde değildi sanırım 🙂
Ayşe Şule Bilgiç: Evet evet bence de. Ama 10 yıl öncesinde değildi işte ben böyle çok radikal kalıyordum, yalnız kalıyordum. Riski de ister istemez göze alamıyorsunuz bir noktadan sonra iki can söz konusu. Başına bir şey gelse, demiştik sana diyecekler ve çok insanın canı yanabilir. O kadarına da kimse destek vermeyince göze alamadım yoksa ambulans gelsin kapıda beklesin madem o kadar vesveselisiniz doktor da gelsin çayını kahvesini içsin evde doğurayım ben ama sizin de istediğiniz olsun yakınlarda olsunlar. Yok, o da olmadı en son hastanede doğurdum. Hatta Iraz’ın doğumunda makine tarih veriyor ya 19 Mayıs vermişti. 19 Mayıs 2009’da doğacak diye. 19 Mayıs oldu gelen giden yok ben bu arada tam zamanlı çalışıyorum normal olarak. Arabayı biraz daha geride kullanıyorum, çok kızıyorlar hatta araba kullanıyorum diye ama uzaktan kullanıyorum gayet normal işe geliyorum toplantılara giriyorum, insanlar böyle siz gitseniz mi diyor hayır ne demek falan diye çok sinirlerim bozuluyor insanların tuhaf davranmalarına, bana normal davranın insanım ben de diye. 19’unda gittik işte bu son günlere doğru her gün çağırıyorlar ya bakmak için, ben 19’unda gittim daha bir şey yok dediler 20’sinde gitmedim. 21’inde annem zorla hadi gidelim gidelim artık dediler gitmedim, eve gittim çok yorgundum. İşten çıktım eve gittim annem evde, annem yüzüme baktı. Kadınların ve belirli bir yaştan sonrakilerin de böyle önsezileri var. Sen bugün doğuruyorsun dedi bana. Yapma ya nerden yüzümden mi anlaşılıyor? Böyle bir belirtisi olduğunu bilmiyordum 🙂 Evet evet ben hissettim sende bugün gelmiş o doğacak deyip zorla beni hastaneye götürdüler. İşte gittim Nst diye bi cihaza taktılar. Evet çok küçük ama başlamış doğum sancıları. Annem tespit etti kaldım hastanede 🙂 16 saat sürdü. 16 saat sonra Iraz dünyaya geldi. İkincide de yine öyle. Tarih ne kadar geçti çok net hatırlamıyorum ama galiba 27’si falan diyordu makine 28’inde geldi o da. Bir tane doktoru dövecektim. Doğum yaparken çok sinirli oluyor insan:) Etrafımdaki herkese çok sinirlenmiştim. Pardon çağrı Iraz’dan daha uzun sürdü. 19 saat falan sürdü artık tahammül sınırımı çok aşmıştı. Yeteer falan diyordum yeter bitsin artık gitmeliyim, napıyorsanız yapın bitsin falan diye dolaşıyordum hastanenin içerisinde. O da normal doğdu. Ben hiçbir sakıncasını görmedim 🙂
Peki çocuğunuz olmadan daha Pepeyi yapmaya karar vermişsiniz. Çocuk olduktan sonra ne gibi bir katkısı oldu size? “Düş İşleri Bakanı”na ne gibi bir katkısı oldu?
Ayşe Şule Bilgiç: Valla çok katkısı oldu. Bir kere sahada direk gözlemleyerek aslında pek çok şeyi yapıyor oldum özellikle büyüdüklerinde. Bebekken çizgi film konusu çok uzaktı ama şarkılar çok kritikti. O zaman şunu fark ettim bebekken özellikle Iraz bebekken şarkılar çok önemli, izletmiyoruz tamam neden izletmiyoruz bilimsel olarak anlayabiliyorum açıklayabiliyorum izletmiyorum da, zaten evimizde televizyon yoktu. Ama şarkı dinletmem gerekiyor o zaman çocuk şarkıları çok önemli. Ve çocuk şarkılarına önem verdim. Iraz 9 aylıkken konuşmaya başladı, ben Pepe’nin kardeşini yaptım Bebe diye ve tam kim konuşsa diyordum ki Iraz dibimde bırbır konuşuyor. Dedim Iraz’ı konuşturacağım, Iraz konuşmaya başladı. Sonra Şila’nın kardeşini koyduk o dönem Çağrı doğmuştu. O da 10 aylık konuşmaya başladı bir erkek çocuğuna göre çok erken konuşmuştu. Hadi dedik gel sen de, ailecek yapıyoruz madem bu işi 🙂 O da Eke’yi konuşmaya başladı. Biz baya böyle iş ve özel hayatı ayırmama konusunda yaşamımızın bi parçası, eğlence haline getirdik annemle oyun oynuyorum şeklinde olaya dahil oldular. Hiçbir zaman iş, sıkıcı, çocuk işçi çalıştırma şeklinde olmadı konu. Dublajcılık oynamaya iniyoruz, zaten evin alt katı dublaj stüdyosuydu. Çok keyifle beraber yaptığımız bir iş haline geldi.
Zaten hem çocuklarınızla vakit geçirip hem de bunu işe dönüştürüyor olmak bir meziyet. Çocuğunuzdan da kopmayıp hem de çocuklarla bir arada eğlenerek iş yapmak.
Ayşe Şule Bilgiç: Evet. Onlar okula gidene dek stüdyonun bir parçasıydılar.
Peki gelelim kitaplarınıza. Bi tane kitabınız var şuana kadar değil mi? Bunun haricinde bir kitap daha hazırlıyorsunuz sanırım.
Ayşe Şule Bilgiç: Bir kitap değil aslında Anne-Çocuk kitaplığı hazırlıyoruz. O kitaplığın içerisinde 315 tane kitap var. Şu an da o kitapları hazırlıyoruz. Çok yakında çıkacak. Bir annenin çocuğu doğduğu andan itibaren çocuğuna okuyacağı kitaplar serisi bunlar. Kendine de çok şey katacak, çocuğuna da çok şey katacak kitaplar. Çok keyifli, renkli 🙂 Sadece Pepee değil yeni renkli karakterler var, çok güzel çizimleri var. Büyüklerin de çok keyif alacağı, içinizdeki çocuğa da iyi gelecek kitaplar 🙂
Bir Anne doğuyor kitabınızdan bahseder misiniz? Annelere ne gibi katkısı olur, anneler bu kitabı neden okumalı?
Ayşe Şule Bilgiç: Şunu çok önemsiyorum, annelik kavramının en başta konuştuğumuz şey… Bildiğinin ötesinde aslında anne olmak ne demek, bir çocuğun annesi olmayı bugüne kadar hep başkalarının anneliği üzerinden gözlemiş bir kişinin kendi anne olmaya karar verdiğinde ya da karar vermek üzere olduğunda okumasını çok tavsiye ettiğim bir kitap. Tamamen bunu düşünerek yazdım. Anne olma kararında ya da hamileyken artık annelik yoluna çıkmış anne adaylarının, ne ola ki bu çocuk, nasıl ola ki, nereleri gelişiyor ben neresinde ne yaparsam ne oluyoru çok kaba haliyle annelik algısını doğru yaratmak ve oturtmak için, çocuk ve anne ilişkisinin yapısını doğru anlaması için kurgulanmış bir kitap. Bu anlamda çok önemli bir farkındalık sağlayacağını düşünüyorum. Bir annenin doğumunun bir çocuğun doğumu kadar önemli olduğunu düşündüğüm için ismini de Bir Anne Doğuyor koyduk 🙂
Aslında her çocukla bir anne doğuyor. Bunun da altını çizdik. 2 çocuk iki kez anne oluyorsunuz, iki farklı anne oluyorsunuz. Ben bugün Iraz’a davrandığım gibi Çağrı’ya davranamıyorum. Çok temelde tabi ki belli başlı şeyler aynı. İnsan olmanın verdiği bir temel var. Ama çocuğun mizacına göre değişen bir ebeveynlik yapısına uyum sağlayabilecek bir annelik modeli gelişiyor.
Bu kitap aslında ebeveyn olmanın aslında ilk başta kendini sorgulamaktan geçtiğinin de altını çizen bir kitap.
Pepee’den bahsettik, nasıl doğduğunu öğrendik. Peki bir anne olarak dikkat ettiğiniz hassas olduğunuz konular neler?
Ayşe Şule Bilgiç: Pek çok konu var aslında. Pepe’yi yaparken bütün dünyadaki çocuklar, önce Türkiye’nin bütün çocuklarına dokunmak ve nasıl hepsine dokunabilirim dediğimde çizgi film karşıma çıktı. Ben çizgi filmci değilim. Ben iyi bir iletişimciyim. Ben iyi bir psikoloji bilimi meraklısıyım. Ben iyi bir bilim meraklısıyım aslında. Burayı biraz kurcaladığımda o dönem şunu fark ettim. O dönem çocuklara en hızlı dokunabileceğim, en hızlı tükettikleri ve en çok vakit geçirdikleri yer televizyondu. Onun için bir çizgi film yaptım ve televizyonda yayınlanması için uğraştım. Ama şuanda televizyon izlemeleri dijitale kayıyor. Biz anne olarak, Düşyeri olarak biz çocuğun ve ebeveynin gelişen değişen hayatındaki her noktada olmak istiyoruz. Bütün stratejimizi ve yarına giden yolumuzu buna göre planlıyoruz. Şuanda onlarla eş zamanlı olarak dijitale çevirdik. Diitalde çok büyük bir sorun var; çok kirli, çok tehlikeli. Özellikle okul öncesi kimlik algısı, kişilik algısı, pek çok çevre algısı, kendi algısı, başkası algısı doğru düzgün oturmamış bir çocuğun bunların başında saatlerce oturması gibi bir tehlike var. Ebeveynlerin bi yandan çocuk vakit geçirsin, bir yandan kendime vakit ayırayım gibi bir sorunu var ama çocuğun elinde de reklam sorunu var, uygun olmayan bir içerikle karşılaşma sorunu var. X bir izleme platformundan çok güvendiğiniz bir içeriği çocuğun önüne verdiğiniz de dahi çocuk 2 tıkla izlememesi gereken bir yere gidebilir. Tv de keza öyle. Kumanda ellerinde ve kumandadan tek bir tuşla anahaber bültenindeki dehşet görüntülerini izleyebiliyor. Teknoloji gelişiyor ama çocukların güvenliğini önemsemeden gelişiyor. Biz burada çocukların diital tarafta da güvenlik tarafını sahiplenmek istedik. Çünkü anne hassasiyeti bunu gerektiriyor. Ben kendi çocuğum için dijitalde neyi önemsiyorum; süreli kullanmasını, bilinçli kullanmasını, tercihlerini doğru yapmasını ve güvenli içeriklerle karşılaşacağı ortamı sunmayı kendime sorumluluk olarak alıyorum. O zaman biz dünyanın bütün çocuklarının da annesiysek bunu bütün çocuklar için yapmalıyız dedik ve Pepee Tv’yi kurduk. Çok da güzel ilerliyor. Çocukların ve ebeveynlerin tüm ihtiyaçlarına cevap veriyor.
Pepee haricinde kaç çizgi film var peki? Ayas vardı sanırım birde 🙂
Ayşe Şule Bilgiç: Ayas var, Leliko var, Pisi var. Ama şunun altını çizmek istiyorum biz bir çizgi film stüdyosu değiliz. Pepee çizgi film ve biz çizgi film yaparak bu kadar kitleye dokunmayı başardık. Çizgi film çok güçlü bir kısmımız ama çizgi film stüdyosu değiliz tek başına. Bu çok kritik çünkü insanların doğal olarak Pepee Düşyeri’nin çok daha önünde olduğu için çizgi film stüdyosu yakıştırması yapma eğilimi var 🙂 Anlıyorum da bunu. Ben de her fırsatta ve her mecradan söylemek istiyorum. Çizgi filmin ötesinde işler yapıyoruz ve çok yakında bunun da ön plana çıkacağı zaman dilimine geçeceğimiz zaman dilimine geçeceğimizi düşünüyorum.
Dijitalde pek çok proje geliyor. Okuma seferberliği projesi geliyor, finansal okur yazarlık projesi geliyor. Bu anlamda Düş Yeri dünyanın bütün çocuklarının annesi olmaya aday. Fiziksel ihtiyaçlarını zaten biyolojik anneleri tamamlıyor, biz burada psikolojik bütün ihtiyaçlarını karşılamayı istiyoruz.
Son olarak girişimci annelere ne gibi önerileriniz olur?
Ayşe Şule Bilgiç: Hayatın size girişmesine karşı gücünüz yoksa girişimci olmayın 🙂 Birinci önerim bu. Çünkü hiç bi zafere çiçekli yollardan gidilmiyor. İnsanlar hep vitrine başarılı taraflarıyla geliyorlar. Bu Düşyeri ve benim için de geçerli. Bugün benimle röportaj yapmaya gelen insanlar bundan 4 yıl önce 2,5 milyon TL borcum var ve ben bunu nasıl ödeyeceğim ben hayatımda hiç 2.5 milyonu bir arada görmedim ki diye ağlarken hiç biri yanımda yoktu. Ne tatlı bir başarısızlık hikayesi hadi bunu haber yapalım diyen olmadı. İnsanlar ve hayat… bu gerçeği kabul etmemiz gerekiyor. Kötü zamanlarda sizi yalnız bırakıyor ve oradan yalnız çıkmanız gerekiyor ve işin sınav kısmı belki bu. İyi zamanlarınızda da etrafınızda çiçekler parlıyor. Ve işin enteresan tarafı ışıklar kamera işin güzel tarafına tutulduğu için de sanki o insan özel, o insanın hayatında hep birileri onu destelemiş, pohpohlamış bir anda uçarak oraya gelmiş gibi bir algı yaratıyor izleyicide. Ama bunun böyle olmadığını girişimciler iyi biliyor. Kan, gözyaşı, mücadele, karanlık, umutsuzluk, gerilim, stres, olmayacak demeye başlayıp pes etmeye yaklaşmak ama pes etmemek bir girişimcinin hazırlanması gereken duygular bence. Yani bu duygular normal 🙂 Ben hala yoluma devam edebileceğim derseniz başarı geliyor. Çabuk gelmiyor, eğer aceleci bir tavrınız varsa hayat hatta daha da yavaşlatıyor. Çünkü bu sizin sınavınız olmuş olmaya başlıyor. Biraz daha yavaşlatalım da bakalım bu ne kadar konunun yavaş gideceğini anlasın, her şeyin bir anda olmayacağını anlasın diyor evren 🙂 Bu yüzden büyük bir sabır ve inanç gerektiriyor girişimcilik. Ve niyetinde önemli olduğunu düşünüyorum. Niyetin iyi ya da kötülüğü ile ilgilendiğini düşünmüyorum sistemlerin. Siz iyi bir şeye niyet ettiğinizde daha kolay oluyor da kötü bir şey art niyetli bir şey yapıyorken daha yavaş olmuyor. Bu da niyetten öte inanç önemli. Konunun içeriğinden bağımsız olarak birini yok etmeyi düşlüyor olabilirsiniz, her sabah bunun için uyanıyor olabilirsiniz, bunun için plan kuruyor olabilirsiniz. Evren burada da çalışıyor. O inandığınız şeyi gerçekleştiriyorsunuz. Neye inandığınız değil, ne kadar inandığınızla ilgilendiğini düşünüyorum. Çok inanıyorsanız gerçekleştirebilirsiniz. Evren buna müsait, yaşadığımız dünya buna müsait. Sadece biz kurduğumuz sistemlerle fazlaca karmaşıklaştırmış durumdayız her şeyi 🙂
Röportaj: Şeyda Mansıroğlu
Fotoğraf: Ceyda Özkalpak